İyilik perileri, lamba cinleri, sihirli değnekler, tılsımlı yüzükler her zaman insanlığın fantezilerini süsleyen, tüm dileklerinin gerçekleşmesini sağlayacak semboller olmuşlardır. İnsan arzularından, dileklerinden, hayallerinden ibarettir. Hatta bazen doğmayı bile kendi istemiş, bilip de gelmiştir muhakkak diye düşünürüm. İnsanı tek bir fiille tanımlamam gerekirse şöyle söyleyebilirim: İnsan ister.

Dileklerinizin sihirli bir şekilde gerçekleşmesinin masallarda pek vurgulanmayan bedelleri vardır. Aslında hiçbir dilek sizden bir şeyler alıp götürmeden yerine gelmez ve çoğu zaman ödenen bedeller dileğin kendisinden çok daha fazlaya mal olur. Ben babaannesi ve dedesi tarafından çok masal anlatılarak büyütülen şanslı çocuklardandım. Özellikle Grimm Kardeşlerden ve Hans Christian Andersen’ den masallar, dedemin bana en çok anlattıklarındandı. O yüzden midir bilmem hala masallar, fanteziler, mitoloji ve efsaneler beni büyüler. Ancak günün birinde karşınıza çıkabilecek bir iyilik perisinden dilekte bulunacaksanız çok dileğinizi çok dikkatli seçmek, tanımlamak ve tarif etmek zorundasınız. Mesela eğer sonsuz gençlik ve güzellik isterseniz kendinizi plastikten bir vitrin mankenine dönüşmüş halde bulabilirsiniz. Dilek cinlerinin ve perilerinin ince bir mizah anlayışları vardır ve aslında hepsinin vermek istediği mesaj aynıdır: Arzularınızın gerçekleşmesi için sihirli yollara ihtiyacınız yok. Siz kendinizin en büyük teminatısınız ve istediğinizi gerçekleştirmenin en uygun yolunu kuşkusuz ki yine siz bulacaksınız!

Hayat tiyatrosu çok küçük bir azınlık dışında kimse için kolay değildir. Ağlayarak doğmamızı ben hep buna bağlarım. Biz başımıza gelecek zorlukları bile isteye geliriz bu emektar dünyaya. Çarpışmak, savaşmak, kendimizi tırnaklarımızla kazıyıp bulmak için geliriz. Kolay yolları seviyor olsaydık herhalde biz de bir tohumdan çiçek gibi açardık. Biz insanlar, oluşmayı, dönüşmeyi, kendimizi yaratmayı severiz. Hamur gibi şekil almayı, en sıcak fırınlarda pişip kavrulmayı, olmadıysa sil baştan yapmayı ve kırık dökük tüm parçalarımızı toplayıp kendimizi geri dönüşüme yollamayı severiz.

Hayatta amaçlarımıza ulaşabilmek için kuşkusuz hepimiz, kendi bildiğimizce ve kapasitemiz oranında çabalarız. Mucizeler her zaman caziptir evet. O yüzden bir yandan da piyangodan para kazanma ihtimalimizi canlı tutar, çıkmayacağını bildiğimiz halde her hafta düzenli loto oynar, şans oyunlarından medet umarız. Daha çıkmayan parayı nasıl harcayacağını ve nerelerde kullanacağını planlamış tanıdıklarımın sayısı kesinlikle iki elimin parmaklarını geçer. Hayatın mucizevi yanları olduğunu da kabul etmem gerekir. İnsanın buna inanmaya derinden bir ihtiyaç duyduğunu da. Bilimsel gerçeklerin, istatistiki verilerin, neden-sonuç ilişkileri ve kanıtlarla açıklanan teorilerin içimizi bir türlü ısıtmayışı bundandır. Biz zaten bildiğimiz gerçekleri duymayı, sadece ulaşabileceğimiz hedefleri hayal etmeyi sevmeyiz. Öyle olsa en azından şu beyaz atlı prens efsanesinin yok olması gerekirdi ama en az kurbağa prens kadar geçerliliğini hala korur.

Ya mucizeler vardır ya da bizim hayat hakkında çok fazla bilmediğimiz. Ama beklenmedik güzellikte sürprizler ara sıra hepimizin kapısını çalar. Mucizeyi bizzat yaşamak da güzeldir, yaşayana tanık olmak da. Benim favorim, iyileşmez denen hastalıkların iyileştiği ve imkansız denen insanların çocuk sahibi olduğu piyangolardır. Hayatın size göz kırptığı, tüm muzipliğiyle en büyük şansları bir anda sunuverdiği, Hızır’ın veya koruyucu meleğinizin insiyatif kullandığı ve artık çıkış yok zannederken önünüze koskoca yollar açtığı mucizelerdir ruhuma kahkaha attıran. Ve sanki şahit olmak, bazen bizzat yaşamaktan daha sihirlidir. Güç verir size, umut verir, içinizi aydınlatır ve hayallerinizin elinizi uzatsanız tutabileceğiniz bir mesafede olduğunu hissettirir. Yeniden inanmaya başlarsınız. En başta kendinize ve sırf bu sebepten varlığından haberdar olmadığınızı sandığınız nice kapıyı açmaya başlarsınız. Mucize mucizeyi çağırır. İnanmaya bir defa başladınız mı artık önünüzden zihninizin engelleri kalkmıştır.

Dileklerimiz gerçekleşir aslında. Sihirli değnek sayesinde veya bir lamba cini vasıtasıyla değil belki, beklediğimiz zaman ve şekilde de olmayabilir ama eninde sonunda bize esas gereken ne ise o elde edilir. Ben uzun zaman önce istediklerim üzerinde çok ısrarcı olmaktan vazgeçtim. Hayatımı akışına bıraktım, bana ne getirirse onu yaşadım anlamında değil bu elbette. Seçimler yaptım, kararlar verdim, hatalardan döndüm veya aynı hatada ısrarcı oldum ben de herkes kadar. Elimden geldiğince, çalıştım, çabaladım, denedim, gayret ettim, kolay pes etmedim hedeflerim için. Ama elimden geleni yaptığıma inandığım ve fazlasına muktedir olmadığımı anladığımda bıraktım. Ulaşamayacağımı, yetişemeyeceğimi, yakalayamayacağımı veya yakalasam da tutamayacağımı anladığımda her şeye rağmen yerlerde sürünmedim hayalimin peşinde.  Hayallerimin her zaman beklediğim şekilde karşıma çıkmayacağını küçükken öğrendim ben. Veya isteklerimizin her şeye rağmen gerçekleştiğinde bize beklediğimiz mutluluğu sağlayamayacağını. Mutluluk zaten genelde bizim gelmesini beklediğimiz yerden gelmiyor. Mutluluk fark edilmeyi seviyor. Bizi şaşırtmayı, kalıplarımızın dışına çıkartmayı, girdiği değişik kılıklarda yeniden ve ilk defa gibi keşfedilmeyi, kabul edilmeyi ve bazen icad edilmeyi seviyor. Ona izin vermemizi bekliyor. Belli çerçevelere sokmaktan vazgeçip kendisi olmasına şans vermemizi umuyor her seferinde. Muhakkak ki hepimizin var mutluluk reçeteleri ama o bize milyonlarca yıl sonra hala kendisinin tanımlanamayacağını, reçete ve formüllere sığmayacağını, gördüğümüzde şükranla kabul etmemiz gerektiğini ve onu kendimize değil kendimize ona uydurmamız gerektiğini bin bir yolla anlatmaya çalışıyor.

İnsan ister. Herşeyden çok da mutluluk ister. İnsan sayısı kadar mutluluk sayısı vardır. Parmak izi gibidir, benzersiz ve bir o kadar da çeşitli. Bu yüzden bazen kafamız karışır. İnsan görerek öğrenen bir canlı olduğundan kendi mutluluğumuzla başkalarınınkini karıştırırız ve bazen uzun yıllar boyunca başkasının mutluluğu peşinde koştuğumuzu anlayamayız. Mecburiyetleriniz gerçekten mecburi mi diye düşünün bu gibi durumlarda, kahkahalarınız gerçek mi, korkularınız sizin mi? Kendinizin sihirli cini olun, kalbinizi, beyninizi iyice bir silip parlatın, ruhunuzun en derininden bir dilek tutun, gözlerinizi sımsıkı kapayın ve en çok da hayalinizle karşılaştığınızda onu tanıma bilgeliği dileyin. Şimdi gözlerinizi açın. Eski gözlerinize yerleştirdiğiniz yeni ihtimalle kendinize ve çevrenize ilk defa bakın. Gördünüz mü? İnsan ister ve dilekler gerçekleşir demiştim…

Psikolog Burcu Atatür