İlişkiler

İlk Günkü Gibi Efsanesi

Bugünkü yazım kadınlara. Madem şurada biz bizeyiz, biraz dertleşelim istedim, erkekleri çekiştirelim. Erkekler de okuyabilirler arzu ederlerse. Sık sık kadınları anlamadıklarından, ne yapsalar yaranamadıklarından şikayetçi olmuyorlar mı?

İlişkilerin başına bayılırım ben. Erkek beğendiği kadını elde etmek için kararlıdır. Hedefine kilitlenmiştir ve tam bir avcıdır. Kadın beğenildiğini, istendiğini her zaman anlar. İster buna frontal lob aktivitesi deyin, isterseniz hissi kabl el vuku. Kadın hedefte olduğunu anlar, hoş erkek de pek gizlemez zaten. Malum, dışavurum erkekliğin şanındandır. Kadın av olmayı kabul ettiyse, işin zevkli kısmı başlamış demektir.

Yanlış Kişim Olur Musun?

Ruh Eşi kavramı hayatımıza ne zaman girdi tam olarak bilmiyorum. Ama öyle bir girdi ki bizi en büyük korku ve hayalimizle baş başa bıraktı. Böyle bir şey olabileceğini öğrendiğimizden beri arıyoruz. Bazen inançlı bazen kayıtsız bir edayla çevremizi tarıyor, bir an bulmak ister ve diğer an, ya bulursak diye korkarken yakalayıveriyoruz kendimizi.

Seni Hala Seviyorum, Ama Beş Para Etmezsin

“Çaresi ne peki bunun?” dedi genç kadın arkadaşına. “Kendimizi nasıl koruyacağız, kalbimizi nasıl onaracağız? Daha da önemlisi öğrenilebilen öğretilebilen bir şey mi bu? Çoluk çocuğumuza eşimiz dostumuza nasıl anlatacağız?

Aşk Meydan Okuyanları Sever

İnsanın takıntılı bir şekilde üzerinde düşündüğü, konuştuğu, anlamaya ve anlatmaya çalıştığı aşk gibi başka bir duygu daha var mıdır bilemiyorum? İnsana ait bütün duyguları içinde toplayan, ne zaman hangi yüzünü göstereceğine dair ipucu bırakmayan bir ikinci duygu?

Küllerinden Doğar Sadakat

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur  / Kimi satar kimi de satın alır;

Kimi gözyaşı döker öldürürken / Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;

Çünkü herkes öldürebilir sevdiğini / Ama herkes öldürdü diye ölmez…

Küçük Bir Güvenlik Meselesi

Hergün yüzlerce cümle kuruyoruz. Tanıdık tanımadık çeşitli insanlarla, ama kısa ama uzun diyaloglar içersindeyiz. Bir şeyler söylüyoruz, bir şeyler dinliyoruz. Hiç düşündünüz mü, kurduğumuz onca iletişim ağı içinde, güvende miyiz?

Bir Aşk Manifestosu

Aşkı kolaylıklar öldürdü…

AŞK! Binlerce yıldır milyonlarca defa tanımlanmış ve sonuçta ne olduğu, nasıl olduğu konusunda hemfikir olunamamış, tanımlar ötesi kavram.Yaradılışın itici gücü, insanın temel elementi, hayatın ta kendisi benim gözümde. Büyük bir sanatçı, büyük bir maceracı ve çok büyük bir savaşçı.

Aşktan bahsetmek kolay değil; aşkı sınıflandırmak, çeşitlemek, bölmek, çerçevelemek, etiketlemek ise akıl karı değil diye düşünürken fark ettim en temel gerçeği. Aşk insana dair her şey olabilir belki ama aşkın olmadığı tek bir şey vardır şu hayatta: “Aşk kolay değil!”

Giden Mi, Kalan Mı Terk Eden?

Bazen olur ya, terk ediliriz.
Her bırakılış anidir, ansızındır, amansızın…

Dünyada ne kadar insan varsa o kadar terk ediliş acısı vardır. Benzersizdir o, parmak izleri gibidir. Ama en farklısı, bizim yaşadığımızdır, o en yersiz, en anlamsız olanıdır. Daha söyleyeceklerimiz vardır, paylaşacaklarımız, planlarımız, tartışmalarımız… Her şey yarım kalır. Bir an tüm dünyadaki her şey birden durur, nefes durur, zaman durur, sonsuz bir an hayat havada asılı kalır. Ve bir diğer an, havada asılı kalan her şey düşer!

Aşkın Gözü Mü Kör, Burnu Mu Keskin?

Aşk ve koku..
Koku ve arzu…
Yıllar yılı aşkın görme becerisi üzerine konuşuldu duruldu. Yok gözü körmüş de, yok iyi görmezmiş de, gördüğünü anlamazmış da. Çeşitli yollarla suçlandı, tenkit edildi, deli dolu aşkın, görme duyusu. Belki de sorun göz zafiyeti değildi. Aşk, gözünün gördüğüne değil, burnunun dikine giden bir tıynetteydi? Aşkın burnu öyle keskindi ki, gözü geride bırakmış, gördüğüne değil kokladığına kanmıştı?

Hız Çağının Hiperaktif Aşkları

Yükselen değerler: Narsisizm ve Hedonizm

Hayallerim, aynam ve ben…

Aşk çok bilinmeyenli denklem, aşk tanımlanamayan, sınırlandırılamayan, değişen, gelişen, insanla evrilen, insanla şekillenen, insanı şekillendiren kavram…
Aşktan bahsetmeye kalktığımızda önce belli noktalarda sınırları belirlememiz şarttır, çünkü aşk kavramı gerek çeşitliliği, gerekse meydana geliş sebepleri açısından yüzyıllardır, psikologların, sosyologların, yazarların, sanatçıların, bilim adamlarının ve hatta ekonomistlerin merceği altındadır.